- Anasayfa »
- Makalelerimiz »
- Ateizm ve Materyalizm
Yazar : Unknown
17 Kasım 2013 Pazar
Ateizm ve materyalizm iki kategoride ele alabiliriz:
a.
İnsan ruhu ve zihin hayatında
b.
İnsanın grup hayatında
Diğer bir
ifade ile:
a.
İnsanın fert sel cephesini kapsayan ateizm
b.
İnsanın toplumsal cephesini kapsayan ateizm
Aslında biraz
derinlemesine düşünüldüğünde bu iki şıklar arasında ciddi bir kopukluğun
olmadığını görülüp (Bilakis) bir biriyle yakından alakalı olduğu
gözlemlenecektir.
Şunu başta
önemle zikir etmekte fayda vardır ki; bir duyuş ve düşünüş biçimi olarak ateizm
veya materyalizm insanın tarihiyle birlikte vardır. Bunların düşüncede ve
kültürde Müslümanların batı etki alanına girdikten sonra ithal ettiklerini
sanmak yanlıştır. Belki bir düşünme yöntemi ve özel felsefi bir disiplin olarak
ateizmin ve materyalist dünya görüşünün bize batıdan geldiği doğrudur.
Ancak insan tarih boyunca her dönemde ve konuda ateist olabilmiştir.
Bu bir bakıma
sarhoşluk verir nitelikte olan alkollü içkilere benzer. Hiç kimse içki içme
alışkanlığını toplumumuzun batıdan etkilenerek aldığını öne süremez.
Çağdaş İslam toplumların da ateizm yaygın bir akım olarak varlığını
sürdürmektedir. Görünürde seçik ve militanik bir propaganda görünmekle birlikte
kitlelerin haber ve kültür üreten araçları kanalıyla kendi inançlarına ve bu inançları
ayakta tutan tarihlere karşı, duyarsız hale getirilmesi ateizmi “ Fiili bir
irtidat” olarak egemen kılmıştır. İslam toplumu, istifçiliğe, sınırı olmayan
tüket imciliğe ve çok sayıda nesillere sahip olma tutkusuna teşvik edilerek
yönlendirilmekte de yine aynı şekilde fiili bir materyaliz maya alıştırılmaktadır.
Gerçekte ateizm veya tanrı tanı tanımazlık şirk felsefesinin çağdaş
boyutları içerisinde ve toplumumuzda kavranılması ve anlaşılması güç bir kimlik
şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bugün bize yansıyan yönü ile ateizm, felsefesi
olmayan bir hareketlilikte yaygınlık kazanmaktadır. Bugün tanrı tanımaz
inançlar ve düşünceler en başta kitleseldir. Ve ciddi hiçbir düşünce temeline
dayanmamaktadırlar. Bu açıdan bakıldığında oldukça güç olan bir sorunla karşı-karşıyayız.
Tanrı tanımazlık bir tür bohem yaşamı yaşamaktadır. Bu bohem yaşam
biçimini ideolojik ve felsefi olmayan kimliğinin arkasında doğrudan doğruya
Modernizm’in kendisi durmaktadır. Modernizm ateizmin adeta bir arka planıdır.
Evet, ateizm öyle bir hale gelmiştir ki artık kendi istek ve tutkuların
yaşamın merkezi kılan insani yetenekleri ve akıl güçlerini gerektiği biçimde ve
doğrultuda kullanmayan kitlelerin yaşam anlayışı ve yönlendirici dünya görüşü
olan etkinliğini hızlandırmıştır. Öyle ki insanlık tarihi boyunca inkârı bunda
kahredici boyutlarda yaşamamıştır.
20. yüzyılda buna şahit olmuştur ki, ateist düşüncelerin ve materyalist
eğilimlerin insanları tarih boyunca bir-bir zorlukla uğraşan çok sayıdaki yüce
değerlerini yıktığı, ruhu ve dimağı tahrip etmiştir. Ateizm “Allah’ı unutan ve
Allah’ın da onlara ve kendi nefislerini unutturduğu” insan sürüleri üretir. Ne
hazindir ki, ateizmin ürettiği bu insanlara kıymakta ve intihar etmektedirler.
İşte insanlık şimdi gurura kapılmanın ve Allah’ı unutmuş olmanın
cezasını çekiyor, buhran uçurumlarında kıvranıyor. Hiçbir şeyin Allah’ın gücü
dışında olmadığını anlamış olmanın cezasını çekiyor.
İnsan iyinin ve kötünün sınırlarını vahiyle çizilmiş bulunduğunu
unutmuştur. Her şeyi keyfine bağlı olarak görmeye başlamıştır. Bundan dolayı da
bilimsel bulgular insanın mutluluğu doğrultusun da kullanılabilecek iç
zenginliğinde kendi kendisini yoksun kıldı. Gururun tehlikeli dönemecini
aşamadığını ve ilahi rızaya ulaşamadı ve sonunda çıkara dayalı dünya dinlerinin
yani ideolojilerinin tutsağı oldu iki büyük dünya savaşında onun aklını başına
getirmesine yetmedi. Bilim insanı kendi derinliğini araştırmasını Yunus’un
deyimi ile “kendini bilmesine” vesile olacak yerde onu çılgınlaştırdı ve
“kendisinden” uzaklaştırdı. Şimdi insan içgüdülerin putların, aç gözlerin (……..) ların,
anlamsız seslerin elinde kıvranıyor, bütün gücün sınırsız olarak kendi elinde
olduğunu sanmanın sonuçlarıdır. Bütün bu olup-bitenler bu buhran saltanatı,
kalbi şeytanın yuvası yapan insanın kendisidir.
Sartre, insanın kendi kendisinin yaratıcı olduğuna bu eylemde onu
kendinden kurtaracak hiçbir gücün, tanrının bile olmamasının gerektiğini
söyler. İnsan bir dramın hem yazarı, hem de oyuncusudur. Kendini yeniden
bulması “yabancılaşmasıyla” mümkündür.
İnsanın “Yabancılaşma ”sına yol açan şey nedir? Sorusunu İsmet Özel şu
şekilde yanıtlamaktadır. “İnsanın yabancı (Ailene) olması için kendinin Allah
tarafından belirlenmiş bir “ben ”i olduğunu bilmesi gerekir yaşama ve evrene
anlamın yabancılaşmasına yol açmaktadır. (17)
Acaba yabancılaşma kavramı neden bu derece önem kazanmış, modern Batı
insan araştırmasının ekseni durumuna gelmiştir? Diye bir soru aklınıza
gelebilir. Bunun yanıtını, biraz düşündüğümüzde modern batının maddeci yanı
tanrı tanımaz anlayışında yattığını anlarız. Evrenin açıklamasında tanrıya yer
vermeyen görüşler insanın davranışının Allah’ın emirlerine uyarak ve (…….) karşı gelerek ayarlamadığını öne sürmek
zorundadırlar. Bunun içindir ki Sartre, tanrının varlığı ya da yokluğunun önemi
olmadığını, kendi tanrı tanımazlığının da yaratıcıyı ise karıştırmamak yolunda
bir düşünce olduğunu belirtir.
Anlaşılmış oluyor ki batı düşüncesinde hümanizm veya yabancılaşma gibi
kavramlar, yani her şeye esas olarak insanın alınması kendi tanrı tanımaz
maddeci düşüncesinin bir gereğidir.
Realiteler bize şunu göstermektedirler ki, içinde bulunduğumuz çağa
eğmen olan “İNANÇSIZLIK ”tır. Her çağda olduğu gibi inançsızlığın sergilendiği
yıkımlar, adaletsizlikler, çirkinliklerle karşı-karşıyayız. Allahtan o’nun din,
hukuk, ahlak alanında koymuş olduğu ebedi kurallardan uzaklaşan insanlar zulüm
örgütleri, kurmuşlardır.
Bu örgütler tutkularına varsayımlarına, inançsızlıklarına genel
geçerlilik kazandırmak için, bilim akıl gibi dokunulmazlık kılıfına büründürülmüş
kavramların arkasına sığınmaktadırlar. Çağımızda bilim, inançsızlığın,
maddeciliğin, cinayetlerin, “Onay mührü” haline getirilmiştir. Allah’ın koymuş
olduğu kurallara “Donmuş kurallar” diyerek inanmayan insan, kendi ürünü olan,
bu sebepten de doğası gereği nisbi olan kuralları mutlaklaştırmaktadır.
Fakat burada şu espri unutulmaktadır: bu yaşamın akışı mekanik bir akış
değildir. İnişlerle ve çıkışlarla doludur (Doğal olarak) bazen köleliğe yelken
açar bazen tutsaklığa dümen kırar bazen mutsuzluğa düşer ve nihayet aslına
döner ve inanç insanı olur. İnsanlık ilk peygamber Hz. Âdem (A.S) ile gelendir.
Bu bakımdan inanç insanın özünde yatan onun asıl özelliğidir. İnançsızlık ise
ona sonradan bulaşmıştır, insanın özrüne ait değildir inançsızlık insana sonradan
musallat olmuş bir arazdır. Ezcümle; Çağımızı derinden etki altına alan bu
önemli insanlık dramından habersiz kalmamız birer Müslüman olarak yine o derece
dramatiktir. Bize düşün görev bu Allah’ın belası tanrı tanımazlığı bütün
boyutlarıyla bilip idrak edip bütün yanlışlıklarla insanlığımıza bunu ne derece
insanlık dışı bir akım olduğunu onlara söyleyerek ve bunun karşısında tek bir
alternatif olarak vahyi den olan İslam’ı tek çare olarak sunmak gerekmektedir